"Darbe Karşıtı Toplumsal Mutabakat OHAL’de Kayboluyor"

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu, 582. hafta açıklamasında, 15 Temmuz Darbe Girişimi karşısında oluşan toplumsal mutabakatın, OHAL uygulamalarının darbeyle ilgisi bulunmayan muhalif yapıların hedef alınmasıyla dağılmaya başladığına dikkat çekti

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 582. hafta basın açıklamasında ana gündem maddesi Olağanüstü hal kararları ve uygulamaları oldu. Platform adına Sakarya Dayanışma Derneği’nden Kadrican Mendi’nin okuduğu açıklamada, “15 Temmuz gecesi, farklılıklarına rağmen toplumun tüm kesimleri, iradesini canı pahasına savunacağını göstermişti. Millet; Meclis’e, birlik ve beraberliğin, kürsülerde nutuk atılarak değil, özgür ve adil bir gelecek için vesayetçi her türlü yapıya karşı koyarak gerçekleştirilebileceği mesajını vermişti. Ne yazık ki, kalkışma gecesi halkın ortaya koyduğu tavır siyaseten sahipsiz kaldı. 15 temmuz darbe girişimi karşısında toplum tabanında oluşan konsensüs, olağanüstü halin ilan edildiği tarihten itibaren adım adım dağıtıldı. Darbeci, vesayetçi yapıların hukuk içinde kalınarak, toplum maslahatı adına tasfiyesine karşı kimse itiraz etmezken; süreç; toplumsal muhalefetin tüm kesimleriyle tasfiyesine evrildi. Kanun hükmünde kararnameler ile Meclis ve muhafelet partileri işlevsiz hale getirilirken; darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan kararlar alınmaya başladı. Hukuk ve adalet, her hal ve şartta, herkes için şart iken; maalesef son dönemde siyasal iktidarın keyfi kararları, hukuk normuymuş gibi sunulur oldu.” ifadelerine yer verildi.

Açıklamanın devamında son dönemde peşpeşe verilen yayın kapatma ve siyasi tutuklama kararları eleştirilerek şöyle denildi: “Cumhuriyet gazetesi ile Kudüs TV’ye yönelen bu uygulamalar; sorunun sadece belirli bir kesimle sınırlı kalmayacağını; artık bütünüyle toplumsal muhalefetin baskı altına alınmaya çalışıldığını ortaya koymuştur. Özellikle, ömrünü Filistin davasına adadığı için 28 şubat sürecinde ağır mağduriyet yaşayan Nurettin Şirin’in zor şartlarda ayakta tutmaya çalıştığı Kudüs TV’nin kapatılması; İsrail’le yakınlaşmanın, kalıcı bir politik tercih olduğunu işaret etmektedir. Mezhepçi söylemin de yükseldiği bir dönemde alınan bu karar; iktidara yönelik en ufak bir eleştirinin dahi duyulmak istenmediği mesajı vermektedir. Olağanüstü hal döneminde alınan bir diğer karar ise artık sadece akademisyenlerin değil, bütünüyle akademinin üzerinde siyasal otorite kurulma arzusunu iyice açık etmiştir. Yarın kuruluş yıldönümü olan YÖK’ün kaldırılması vaadiyle iktidar olanlar; 12 eylül rejiminin dahi tanımadığı bir yetkiyi cumhurbaşkanının uhdesine verebilmiştir. Şüphesiz ki mevcut rektörlük yapısı, tıpkı YÖK gibi ciddi bir sorundur; fakat bunun çözümü, öncelikle seçimleri akademinin tüm bileşenlerinin tercihine açmaktır, atama yoluyla rektör seçmek değil!”

Açıklama, şu ifadelerle son buldu: “Türkiye, darbe girişimiyle birlikte, devlet iktidarının belirli çıkar gruplarının güç odağı haline gelmemesi gerektiğini bir kez daha görmüştü. Onlarca yıldır süregelen sorunların çözümünün, hukukun üstünlüğünün, şeffaf yönetimin, eşit katılımcılığın ve müzakereci siyasetin belirlediği süreçlerle çözülebileceği ortaya çıkmıştı. Ne yazık ki bu anlayış, yönetime rengini veremeden, eski iktidar hastalıkları nüksetti. “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” diyerek iktidara gelenler, herkesi kendine kul etmenin peşine düştü. Bir süredir kayyumlarla, halkın seçilmiş yöneticilerinin tasfiyesi, son olarak milletvekillerine yönelik tutuklama kararları ile yeni ve ciddi bir boyut kazandı… Barışın sözüne dahi tahammül edilmediği bu vasatta, Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun kurucularından, başörtüsü direnişinde yer alan ve halihazırda sivil mücadelesine Kocaeli Barış Platformu ile devam eden Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açığa alınması elbette şaşırtıcı değildir! Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şeyin çatışma ve ölüm değil; barış ve çözüm olduğunu belirtmenin dahi sorgulama konusu olması, gerçekten olağanüstü bir dönemden geçtiğimizi göstermiştir. Oysa ki, 15 temmuz darbe girişimi karşısında oluşan toplumsal mutabakat, siyaseten kabul edilip, ileri taşınabilseydi; bugün daha iyi bir duruma gelebilirdik... Platform olarak, askeri darbeye karşı çıktığımız gibi, halkın geleceğine darbe indiren her türlü siyasi haksızlığa karşı tevhidin, barışın ve adaletin sözünü yükseltmeye devam edeceğiz. ”

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu, 582. Hafta Basın Açıklaması

Değerli dostlar, duyarlı Sakarya halkı;

15 Temmuz gecesi, farklılıklarına rağmen toplumun tüm kesimleri, iradesini canı pahasına savunacağını göstermişti. Millet; Meclis’e, birlik ve beraberliğin, kürsülerde nutuk atılarak değil, özgür ve adil bir gelecek için vesayetçi her türlü yapıya karşı koyarak gerçekleştirilebileceği mesajını vermişti.

Ne yazık ki, kalkışma gecesi halkın ortaya koyduğu tavır siyaseten sahipsiz kaldı. 15 temmuz darbe girişimi karşısında toplum tabanında oluşan konsensüs, olağanüstü halin ilan edildiği tarihten itibaren adım adım

dağıtıldı. Darbeci, vesayetçi yapıların hukuk içinde kalınarak, toplum maslahatı adına tasfiyesine karşı kimse itiraz etmezken; süreç; toplumsal muhalefetin tüm kesimleriyle tasfiyesine evrildi.

Kanun hükmünde kararnameler ile Meclis ve muhafelet partileri işlevsiz hale getirilirken; darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan kararlar alınmaya başladı. Hukuk ve adalet, her hal ve şartta, herkes için şart iken; maalesef son dönemde siyasal iktidarın keyfi kararları, hukuk normuymuş gibi sunulur oldu.

Son olarak hafta içinde Cumhuriyet gazetesi ile Kudüs TV’ye yönelen bu uygulamalar; sorunun sadece belirli bir kesimle sınırlı kalmayacağını; artık bütünüyle toplumsal muhalefetin baskı altına alınmaya çalışıldığını ortaya koymuştur.

Özellikle, ömrünü Filistin davasına adadığı için 28 şubat sürecinde ağır mağduriyet yaşayan Nurettin Şirin’in zor şartlarda ayakta tutmaya çalıştığı Kudüs TV’nin kapatılması; İsrail’le yakınlaşmanın, kalıcı bir politik tercih olduğunu işaret etmektedir. Mezhepçi söylemin de yükseldiği bir dönemde alınan bu karar; iktidara yönelik en ufak bir eleştirinin dahi duyulmak istenmediği mesajı vermektedir.

Olağanüstü hal döneminde alınan bir diğer karar ise artık sadece akademisyenlerin değil, bütünüyle akademinin üzerinde siyasal otorite kurulma arzusunu iyice açık etmiştir. Yarın kuruluş yıldönümü olan YÖK’ün kaldırılması vaadiyle iktidar olanlar; 12 eylül rejiminin dahi tanımadığı bir yetkiyi cumhurbaşkanının uhdesine verebilmiştir. Şüphesiz ki mevcut rektörlük yapısı, tıpkı YÖK gibi ciddi bir sorundur; fakat bunun çözümü, öncelikle seçimleri akademinin tüm bileşenlerinin tercihine açmaktır, atama yoluyla rektör seçmek değil!

Türkiye, darbe girişimiyle birlikte, devlet iktidarının belirli çıkar gruplarının güç odağı haline gelmemesi gerektiğini bir kez daha görmüştü.

Onlarca yıldır süregelen sorunların çözümünün, hukukun üstünlüğünün, şeffaf yönetimin, eşit katılımcılığın ve müzakereci siyasetin belirlediği süreçlerle çözülebileceği ortaya çıkmıştı. Ne yazık ki bu anlayış, yönetime rengini veremeden, eski iktidar hastalıkları nüksetti.

“Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” diyerek iktidara gelenler, herkesi kendine kul etmenin peşine düştü. Bir süredir kayyumlarla, halkın seçilmiş yöneticilerinin tasfiyesi, son olarak milletvekillerine yönelik tutuklama kararları ile yeni ve ciddi bir boyut kazandı.

Son dönemde, Kürt meselesi bağlamında, 90’lı yılların karanlık süreçlerindeki politik atmosferin yeniden hissedilmesi; çatışma ve çözüm sarkacında giden bu sorunun toplumsal maliyetini her gün biraz daha arttırıyor. Geçmişin kötü tecrübeleri, bu sorunun şiddet araçlarıyla değil ancak sivil siyaset ile çözülebileceğini defalarca göstermişken; eski hataları denenmemiş gibi tekrar etmenin bedeli hepimiz için ağırlaşıyor. Batı kamuoyu, şehit cenazeleri ile sarsılırken, Kürt illeri ise çatışma sürecinde yıkıma uğrayan yerleşim yerlerinin yaralarını saramadan, şimdi siyasal bir çatışmanın baskısını hissediyor.

Barışın sözüne dahi tahammül edilmediği bu vasatta, Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun kurucularından, başörtüsü direnişinde yer alan ve halihazırda sivil mücadelesine Kocaeli Barış Platformu ile devam eden Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açığa alınması elbette şaşırtıcı değildir! Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şeyin çatışma ve ölüm değil; barış ve çözüm olduğunu belirtmenin dahi sorgulama konusu olması, gerçekten olağanüstü bir dönemden geçtiğimizi göstermiştir.

Oysa ki, 15 temmuz darbe girişimi karşısında oluşan toplumsal mutabakat, siyaseten kabul edilip, ileri taşınabilseydi; bugün daha iyi bir duruma gelebilirdik. Geleceğe daha iyimser bakabilir; halkın barış ve huzur içinde yaşabileceği gerçek bir kardeşliği ve beraberliği, elbirliğiyle tesis edebilirdik. Maalesef bu imkân, yönetenlerin eliyle hızla tüketildi. Yaşadığımız günler, bize, esenlik ve adalet için, tek başına darbe karşıtı olmanın yeterli sayılamayacağını da göstermiş oldu.

Platform olarak, askeri darbeye karşı çıktığımız gibi, halkın geleceğine darbe indiren her türlü siyasi haksızlığa karşı tevhidin, barışın ve adaletin sözünü yükseltmeye devam edeceğiz.

Üzerimizde kendi beşeri otoritesini ihdas etmek isteyen hiçbir vesayetçi yapıya razı olmayacağız. Bunun mümkün olması için de Allah’ın ve Resullerinin gösterdiği yolda, adil şahitlik çabamızı sürdüreceğiz.

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu adına Sakarya Dayanışma Derneği
"Darbe Karşıtı Toplumsal Mutabakat OHAL’de Kayboluyor"
8 yıl önce
Yorumlar_
[İlk yorum yapan siz olun]
400cd06c9b9b820ca7120997f3aaf0fe@